BİR TORBADA BEŞ KÖTÜ KADIN TATLISI 6
Onca
asfalt yoldan sonra bu çamurlu yoldan geçmek onu dinlendiriyordu. Ciğerlerine,
nemli havayı hissederek çekiyordu. Sanki aldığı nefes boğazlarından kasıklarına
kadar gidiyordu. Hafif, serin bir rüzgar vardı ve hava her daim olduğu gibi
kapalıydı. Etrafındaki yüksek boylu ağaçlar -ki belki bu yazıyı okuduğunuzda
sadece hayallerinizi süsleyen, madden olmayan cisimler olacak- belgesellerdeki
yağmur ormanlarını anımsatıyordu. Bin bir türlü böcek sesleri operası eşliğinde
ıslak ot kokusu insanı istemeden de olsa gülümsetiyordu. Ne var ki hafiften bir
yol yorgunluğu vardı üzerinde. Doğanın, yağmurun, toprağın kokusu onda afyon
etkisi yaratmıştı. Gülümseyerek esniyor, insan dışındaki canlıların sesiyle
huzur buluyordu. Fakat uyumak için çevre şartları çok çetindi. Islak zeminde,
börtü böceğin içinde zatürre olabilir ya da hayvanlardan hastalık kapabilirdi.
Ama artık nanemolla bir herif olmayacak, insan gibi yaşayacak, şehrin
insanlıktan çıkmış insanlarıyla iletişimini kesecekti.
Ormanın
içinde yolcuğuna devam ediyordu ve sanki her bir adımda sırtındaki çantası bir
kilo artıyordu. Doğanın afyon etkisi, yorgunluk ve şehrin insanı
hareketsizleştirmesi; artık dinlenmesi gerektiğine inandırıyordu. En kısa
zamanda kuru bir yer bulup orayı yaşam alanı ilan etmesi lazımdı. Dalgın yavaş
adımlarla ilerlerken aklına nişanlısı geldi. Böyle bir kadınla neden nişanlandığını
daha doğrusu neden bu kadar düzenli bir yaşamı olduğunu idrak edemiyordu. Artık
bu memur hayatından kurtulmuş ve belki de bu ormanda kısa süreli de olsa
kendisi olacaktı. Biraz daha ilerledikten sonra aklına tekrardan nişanlısı
geldi. Onun her sabah taradığı ince telli uzun düz saçları, her tarak
darbesinde kendini kendinden alıyor; kokusuyla birlikte ayrı hayallere
dalıyordu. Bir tarak darbesiyle bu kadar tahrik olmasının nedeni hayatı boyunca
nişanlısından başka hiçbir kadınla ilişkisi olmamasıydı. Lise ve üniversite
yıllarında arkadaşları bu konuda çok fazla alay etmişlerdi. Hatta bir keresinde
lise yıllarında onun hakkında bir dedikodu çıkmıştı. Tüm okul kulaktan kulağa
onun erkeklerden hoşlandığı dedikodusunu yapıyordu. Sınıfında, koridorlarda
hatta kantinde bile soğuk rüzgarlar esiyor, gittiği ortamlarda dışlanıyordu.
Nitekim zamanla bu dedikoduyu sıra arkadaşından öğrendi. Arkadaşı onunla
birlikte oturmak istemediğini söylemiş
ve dedikoduyu anlatmıştı. Sınıfta herkes kahkahaya boğulmuş, o ise yerin
dibine girmişti. Yaklaşık bir hafta okula gitmemiş ve kimseyle konuşmamıştı.
Zaten çok konuşan bir tip değildi. Sırlarını kimseye paylaşmazdı. Hatta
komşunun kızının sokakta eteğinin açılmasından başka sırrı da yoktu.
Gayet
normal, memuriyet bilincine sahip bir ailesi vardı. Orta ve düşük gelirli
insanların karma bir şekilde yaşadığı, zengin insanların barınmadığı bir
mahallede büyümüştü. Özellikle çocukluk yıllarında mahalle ahalisi tarafından
örnek teşkil ediyordu. Okuldan sonra eve gelir üzerini değiştirir, her zaman
ütülü ve temiz giysilerini giyer, sokağa çıkardı. Mahallelilerce örnek
gösterilmesi, mahallenin 14 yaş altı gençleri için tehlike arz ediyordu.
Neredeyse hiç arkadaşı yoktu. Ama yine de insani düzene uyum sağlamak, bu
çarkın dönmesine devam etmek için ve her normal çocuk gibi sokağa çıkması
gerekiyordu. Aynı zamanda mahallenin örnek çocuğu olmaktan da memnundu. Bunun
için de akşam ezanıyla birlikte eve gider, ellerini yirmi üç saniye bol sabunla
yıkar ve yemeğini yerdi. Ardından da ödevlerini kırmızı kalem eşliğinde
tamamlar, ciltli defterlerini çantasını koyar; çantasını geceden hazırlardı.
Annesinin dediğine göre çantasını geceden hazırlayan çocuklar, sabahları
uyandığında yatağını sidikli bulmazlarmış. Örnek teşkil eden bir çocuk asla çiş
yapmazdı.
Sabahları
okula –ne kadar ilk zamanlar annesi elinden tutup götürse de- yalnız başına
giderdi. Sabah okul saati onun için korkunç saatlerdi. Mahallenin sokak
köpekleri sabah erken saatlerde toplanır, çete oluştururlardı. O hiçbir zaman
köpekleri sevmedi. Çünkü evlerinde beslediği tavşanı yan komşunun, o vahşi, o
iğrenç hayvanı yemişti. Hayvan bir savaş gazisi gibi bakışlar atmakta ve
muharebe alanında, şehit düşen arkadaşlarının öcünü almak isteyen erbaşı gibi
tepkiler veriyordu.
Tavşanları
çok severdi, kedileri de. Çünkü her kedi ön ayaklarını kısaltıp, iki ayak
üzerinde durduğunda tavşana benziyordu.
Mahallenin
köpekleri çeteler halinde dolaşırken ona denk geldiler. Arkasında yavru, sarı
ve hafiften alacalı bir kedi vardı. Köpekler havlayarak, onun deyimiyle
çığırarak, haykırarak üzerine doğru koşturmaya başladılar.