8 Ağustos 2015 Cumartesi

BİR TORBADA BEŞ KÖTÜ KADIN TATLISI 6
                Onca asfalt yoldan sonra bu çamurlu yoldan geçmek onu dinlendiriyordu. Ciğerlerine, nemli havayı hissederek çekiyordu. Sanki aldığı nefes boğazlarından kasıklarına kadar gidiyordu. Hafif, serin bir rüzgar vardı ve hava her daim olduğu gibi kapalıydı. Etrafındaki yüksek boylu ağaçlar -ki belki bu yazıyı okuduğunuzda sadece hayallerinizi süsleyen, madden olmayan cisimler olacak- belgesellerdeki yağmur ormanlarını anımsatıyordu. Bin bir türlü böcek sesleri operası eşliğinde ıslak ot kokusu insanı istemeden de olsa gülümsetiyordu. Ne var ki hafiften bir yol yorgunluğu vardı üzerinde. Doğanın, yağmurun, toprağın kokusu onda afyon etkisi yaratmıştı. Gülümseyerek esniyor, insan dışındaki canlıların sesiyle huzur buluyordu. Fakat uyumak için çevre şartları çok çetindi. Islak zeminde, börtü böceğin içinde zatürre olabilir ya da hayvanlardan hastalık kapabilirdi. Ama artık nanemolla bir herif olmayacak, insan gibi yaşayacak, şehrin insanlıktan çıkmış insanlarıyla iletişimini kesecekti.
                Ormanın içinde yolcuğuna devam ediyordu ve sanki her bir adımda sırtındaki çantası bir kilo artıyordu. Doğanın afyon etkisi, yorgunluk ve şehrin insanı hareketsizleştirmesi; artık dinlenmesi gerektiğine inandırıyordu. En kısa zamanda kuru bir yer bulup orayı yaşam alanı ilan etmesi lazımdı. Dalgın yavaş adımlarla ilerlerken aklına nişanlısı geldi. Böyle bir kadınla neden nişanlandığını daha doğrusu neden bu kadar düzenli bir yaşamı olduğunu idrak edemiyordu. Artık bu memur hayatından kurtulmuş ve belki de bu ormanda kısa süreli de olsa kendisi olacaktı. Biraz daha ilerledikten sonra aklına tekrardan nişanlısı geldi. Onun her sabah taradığı ince telli uzun düz saçları, her tarak darbesinde kendini kendinden alıyor; kokusuyla birlikte ayrı hayallere dalıyordu. Bir tarak darbesiyle bu kadar tahrik olmasının nedeni hayatı boyunca nişanlısından başka hiçbir kadınla ilişkisi olmamasıydı. Lise ve üniversite yıllarında arkadaşları bu konuda çok fazla alay etmişlerdi. Hatta bir keresinde lise yıllarında onun hakkında bir dedikodu çıkmıştı. Tüm okul kulaktan kulağa onun erkeklerden hoşlandığı dedikodusunu yapıyordu. Sınıfında, koridorlarda hatta kantinde bile soğuk rüzgarlar esiyor, gittiği ortamlarda dışlanıyordu. Nitekim zamanla bu dedikoduyu sıra arkadaşından öğrendi. Arkadaşı onunla birlikte oturmak istemediğini söylemiş  ve dedikoduyu anlatmıştı. Sınıfta herkes kahkahaya boğulmuş, o ise yerin dibine girmişti. Yaklaşık bir hafta okula gitmemiş ve kimseyle konuşmamıştı. Zaten çok konuşan bir tip değildi. Sırlarını kimseye paylaşmazdı. Hatta komşunun kızının sokakta eteğinin açılmasından başka sırrı da yoktu.
                Gayet normal, memuriyet bilincine sahip bir ailesi vardı. Orta ve düşük gelirli insanların karma bir şekilde yaşadığı, zengin insanların barınmadığı bir mahallede büyümüştü. Özellikle çocukluk yıllarında mahalle ahalisi tarafından örnek teşkil ediyordu. Okuldan sonra eve gelir üzerini değiştirir, her zaman ütülü ve temiz giysilerini giyer, sokağa çıkardı. Mahallelilerce örnek gösterilmesi, mahallenin 14 yaş altı gençleri için tehlike arz ediyordu. Neredeyse hiç arkadaşı yoktu. Ama yine de insani düzene uyum sağlamak, bu çarkın dönmesine devam etmek için ve her normal çocuk gibi sokağa çıkması gerekiyordu. Aynı zamanda mahallenin örnek çocuğu olmaktan da memnundu. Bunun için de akşam ezanıyla birlikte eve gider, ellerini yirmi üç saniye bol sabunla yıkar ve yemeğini yerdi. Ardından da ödevlerini kırmızı kalem eşliğinde tamamlar, ciltli defterlerini çantasını koyar; çantasını geceden hazırlardı. Annesinin dediğine göre çantasını geceden hazırlayan çocuklar, sabahları uyandığında yatağını sidikli bulmazlarmış. Örnek teşkil eden bir çocuk asla çiş yapmazdı.
                Sabahları okula –ne kadar ilk zamanlar annesi elinden tutup götürse de- yalnız başına giderdi. Sabah okul saati onun için korkunç saatlerdi. Mahallenin sokak köpekleri sabah erken saatlerde toplanır, çete oluştururlardı. O hiçbir zaman köpekleri sevmedi. Çünkü evlerinde beslediği tavşanı yan komşunun, o vahşi, o iğrenç hayvanı yemişti. Hayvan bir savaş gazisi gibi bakışlar atmakta ve muharebe alanında, şehit düşen arkadaşlarının öcünü almak isteyen erbaşı gibi tepkiler veriyordu.
                Tavşanları çok severdi, kedileri de. Çünkü her kedi ön ayaklarını kısaltıp, iki ayak üzerinde durduğunda tavşana benziyordu.
                Mahallenin köpekleri çeteler halinde dolaşırken ona denk geldiler. Arkasında yavru, sarı ve hafiften alacalı bir kedi vardı. Köpekler havlayarak, onun deyimiyle çığırarak, haykırarak üzerine doğru koşturmaya başladılar.