19 Haziran 2012 Salı

Minibüste 2 Saniye

Baş ağrısından ölmekteyim galiba. Minibüste çok fazla kişi olmamasına rağmen nefes almakta zorlanıyorum nedense. Bir bıkkınlık nefesi ya da yeter artık nefes alma nefesiydi bu. Yaşlı, gerdanı buruşmuş bir teyze elinde alış veriş merkezi poşetleriyle evine gidiyordu. Yere döşenmiş bir kırmızı, bir beton rengi taşlara basmadan, bir bir sekerek giden kırmızı etekli kız, aynı zamanda yaşlı kadına yetişmeye çalışıyordu. Mutluydu, bir görevi yoktu ya da bir sorumluluğu. İleride genç delikanlıları gördüm. Kaldırıma oturmuşlar sigara içiyorlardı. Biri sigarasını tellendirdiği  vakit, diğeri nefes veriyordu. Birbirinin eceliyle kanserden ölmesini görev edinmişlerdi. Rüzgar hafif hafif esiyordu aynı zamanda. Ağaçların yapraklarını okşayışından anladım. O da bıkmıştı, artık ağaçları okşamak yerine tokatlıyordu zamanla.Güneş keskinliğini azaltmaktaydı, binaların arkasına pusarcasına yok olmak istiyordu. Bir nevi intihar, belki de o da bıkmıştı görevinden, mesleğinden.


Ben de bıkmıştım artık görevimden. Toplumdaki görevimden. İnsanlara olan sorumluluğumdan. Bu yazdıklarımı sadece iki saniyede gördüm ve düşündüm. Ki bir ömür boyu yaşadığımı, içime attıklarımı biriktirsem ya da toplasam bir yere, bir atom bombası kadar nefret saçan pislik veyahut karısına gözlerinin önünde tecavüz edilmiş savaş gazisi kadar intikam peşinde olabilirim.


"Doğ. İtaat et. Öl."






"Bu üç görevi saklamış ve kusursuzca uygulamış doğa. İnsanlara söz geçiremeyen, her defasında eziyetini çeken doğa, sadece kendisiyle yetinmekte, kendi sorumluluklarını yerine getirmekte.

Ya insanoğlu?

Bırakalım lagalugayı. Öleceğiz be adam az kaldı."



-Oğlum, oğlum! Nerde inecektin sen? Son durağa geldik!

Uyumuşum.

16 Haziran 2012 Cumartesi

Klorak Satanlara Benziyirsen


"Kadınlar mükemmel derecede iki yüzlüler. Hepsi yalancı ve çıkarcı. Hepsinde erkek zaafı var. Her an arkandan iş çevirebilir, yalan söyler, dedikodu yapar, riyakardırlar. İçgüdüsel biçimde ihanet dolu beyni ve hareketleri hep bir an başına iş açacak gibi."

1 yılda öğrendiğim tek şey bu, haziran diye söylüyorum be adam. Çok severim bilirsin haziranı.

"Büyüdükçe öğreniyoruz kadınları ve hayatı. Her defasında da hayal kırıklığına uğrayarak sona eriyor bu bir yıllar. Pişman mıyım yaşadıklarıma? Hayır. Hepsi benim kararım. Ben tanrıyım, onlar benim kullarım. Egomu tatmin etmek için onlara aşk oyunu oynuyorum. İyi ki doğdum iyi ki varım." dedim geçenlerde, sonra oturdum laptop edebiyatımın başına. Doğum günümün mutluluğuyla ve yalnızlığımın özgürlüğüyle kitaplar içinde boğuştum, sanki kitaplarla sevişircesine.

Agatha Christie doyumu yaşadıktan sonra bir kaç şey yazayım dedim. Yazmıyorum günlerdir eminim ki fark etmemişsindir. Dediğim gibi kitaplara boğuldum, kendi kendime hikayeler yazdım sabahları da kahveden çıkmadım. Bir polisiye yazarken kendi kendime (ilerde yayınlayacağım, hatta tutarsa kitabını çıkartacağım) radyo dinleyeyim dedim. Twitter'da ve Facebook'da link gördüm.

 Radyo Klorak! Tıkla baba.
at bebişim silah posta telgraf

Yukarıdaki eleman benim bir dostum. Kızlar ekleyebilirsiniz tatlı çocuktur. Radyonun ana kahramanı. Kuzeniyle birlikte (Kanun) yayın yapmakta. Klişe lafları geçiyorum ve radyonun en güzel yanına geliyorum. Radyonun tarzı mükemmel. Yani belli bir tarzı yok. Güzel olan her şey çalıyor. Bir yerden bir yere konduruyor. Can sıkıntısına birebir oluyor. İşin diğer bir güzel yanı arkadaşlarıyla beraber dinliyor, sohbet ediyor. Tuttum olayı, geceleri can sıkıntısına ve yalnızlığa birebir.

Vay efendim mesaj atan yok, vay efendim arayan biri olsa da muhabbet etsek, vay efendim bir arkadaşım yanımda olaydı da içeydik (çay) demeyin. Oturun açın, muhabbet edin, için (çay), dinleyin eğlenin. Son kez linki vereyim:

http://radyoklorak.listen2myradio.com/



Şimdi diyeceksiniz ne alaka bu diye. Sözlerini okuyun.
"Klorak satanlara benziyirsen"
Selam olsun klorak dinleyicisine. Hadi eyvallah.



5 Haziran 2012 Salı

Haziran Öyle Bir Geldi Ki

"Biz romantik olduktan sonra doğa güzelleşti." derdi Delecroix, samimiyetiyle, abartılmış hayal gücü efektleriyle, sevdiği her şeyi tasvir ederdi. Sevdiğini, güneşi, çocukları, ağacı, karıncayı. Ve biz romantik olduktan sonra insanlar güzelleşti, şarkılar değişti, beklentilere estetik geldi.

Haziranla birlikte, yani bugünle birlikte bana da bir şeyler geldi. Kadınımın doğum gününün hikmetidir belki, ortamlar daha hoş, güneş daha bir güzel, kızlar daha seksi ve odunlar harbi harbi odun geldi. Gözlerimi alamadığım hayat ve onun çehresinde, didinen hayatların koparmış olduğu benliklerle birlikte geldi. Sözlere olan ahkamım yine sözlerimi bitirerek geldi.

Haziranla birlikte, "kraliçem" geldi. Hiroşimalı çocukları unutuverdim. Bir bombanın yankısıyla, sağır olan sözlerim,  kimilerine ağır geldi.

Büyüdüm 1 yaş daha.

Anılar depreşti, ağrıma giden olaylar değişti. Öyle bir kadın tanımıştım hayatım değişmişti, şimdi yepyeni benliğim geldi. Depresyon ve rock'n roll ayaklarını bırakıp samimiyetim geldi.

Kürtaj kanunu geldi, tecavüzcüye tam destek geldi.

Lakin,
benden giden şeyler, beni benden götüren şeyler bir türlü değişmedi. Kokusu, gözleri, riyakar sözleri bir türlü değişmedi.

O, belki bir kadın, belki insanlık dışı mahluk ya da şeytan, kuşkulu hayatıyla, en büyük zaafıyla, her an çevremde ve yüzsüzlükleriyle, nedense yüzüme gülmekte. İlginçtir ki beraberinde unutulan şeyler depreşiverdi. Çaktırmamakta usta da olsak ikimiz de, tüm ahuya belirginleşti.

Haziran öyle bir geldi ki, beni ben yaptı, dostlarımı ve kadını günahkar.
Ben tanrıyım, onlar benim kullarım. Egomu tatmin etmek için onlara aşk oyunu oynuyorum. Her haziran..

Haziran-ı şerifleriniz hayrola..